Bir üniversitenin yaptığı araştırma ortaya çıkarmış ki şempanzeler güdüleri ile hareket eden varlıklar değillermiş, kanıtlara dayalı olarak fikir değiştirme yetisine sahiplermiş, yani bir nevi akıla dayalı karar verebiliyorlarmış. Hollanda Utrecht´te yürütülen deneylerde şempanzelere içinde elma parçası saklanan kutular gösterilmiş. Bazı kutuların içinde elma olduğu belirgin bir şekilde görülürken (güçlü kanıt), bazı kutuların içinde ise elma hiç fark edilmiyormuş (zayıf kanıt). Şempanzeler güçlü kanıt gördükleri zaman kutunun açılmasında ısrarcı davranırken zayıf kanıtlar karşısında, kanıtları karşılaştırıp fikir değiştirmeye daha fazla meylediyorlarmış. Böylelikle şimdiye kadar rasyonel karar verme yetisinin sadece insanoğluna bahş edilmiş olduğu düşünülerken bunun böyle olmadığını bu tarz araştırmalar ortaya çıkarmış oluyor, ama benim bugünkü konum hayvanlar ile insanları karşılaştırmak, yetilerini kıyaslamak değil. Bu haberi bugün okuduktan sonra aklımdan ilk geçen şey, şempanzelerin kanıtlara dayanarak rasyonel kararlar aldıkları bir dünyada insanların nasıl olupta akıl üstünlüğünü elinde bulundurduğu halde akıldışı kararlar verebildiği sorusu, oldu. Evet, biz insanları dünyadaki diğer tüm canlılardan ayıran en büyük özelliğimiz bir akıl mekanizması ile donatılmış olmamız ve hayatımızı akıl süzgecinden geçirerek aldığımız kararlar çercevesinde şekillendirebilmemizdir. Bu mantıkla hareket edersek biz „akıllı“ insanların elimizdeki somut verilere dayanarak sürekli doğru kararlar alması veya oldu ya yaptık bir hata, bu hatadan ders çıkararak şu kısacık ömrümüzü tamamlamamız gerekir. Ancak dürüst davranırsak, şu kısacık ömrümüze sığdırdığımız akıldışı, rasyonel olmayan kararların sayısı hiçte öyle azımsanacak kadar düşük değildir. Hatta kimi zaman yenilmeye doymayan pehlivan gibi elimizdeki somut verilere rağmen aksi kararlar alıp kendimize zarar veren durumları tekrarladığımız bile olur. Peki ama bu neden böyledir, sanıldığı kadar akıllı değil miyiz yoksa? Evet, biz insanlar pek akıllı değiliz deyip konuyu burada kapatmak mümkün ancak gelin biraz ruhumuzun derinlerine inelim. İnsanın hayattaki en temel ihtiyaçlarından biri ait olma ve görülme ihtiyacıdır. Çocukluğunda değer görmemiş, koşulsuz sevilip onaylanmamış, kendine „bir yuva bulamamış” bireylerin bulundukları sosyal ortamlarda kabul görmek, dikkat çekmek, bir grubun içinde kendilerine yer edinmek için akıldışı kararlar almaları oldukça sık görülmektedir. Diğer taraftan insanoğlu kopyalayarak öğrenen bir varlık olmasından ötürü çevresinde gördüğü düşünce ve davranış kalıplarını içselleştirmeye kolaylıkla vakıftır. Sorgulamadan kabul ettiği bu düşünce ve davranış kalıpları akıldışı kararlar vermesinin de önünü açar. Ayrıca insanoğlu sosyal bir varlık oluşundan dolayı çoğunluğun gittiği yoldan gitmeye, çoğunluğu takip etmeye eğilimlidir ve yine bu özelliğide akıldışı kararlar almasına sebep olabilir. Yine çocukken güvenli bir ortamda yetiştirilmemiş, özgüveni pekiştirilmemiş, dövülerek-sövülerek kanatları kırılmış bireyler ilerleyen zamanda kendi aklına güvenemeyerek, yabancı akılları kendine klavuz edinip, akıldışı kararlara imza atabilirler. Ve son olarak unutmamak gerekir ki, insanoğlunu yaşatan kimi zaman bir umuttur ve bazı durumlarda somut verilere dayanarak birşeyleri bilmek yerine aksine inanmayı tercih etmesi de işte bu yüzdendir. Herkes bir yoklasın kendini, bir mucizeye sığındığınız anlar gelsin şöyle bir gözünüzün önüne… Şimdi yukarıdaki soruya dönecek olursak, hayır insanın sorunu akılsız olması değil, asıl sorun salt akıldan oluşmadığımızı idrak edememizde. Bir aklımız var, evet, bir de ruhumuz var. Ve eğer ruhumuz bize çelme takıyorsa, aklımızın pekte bir değeri kalmıyor aslında. Yani demek istiyorum ki: Aklın sesini duymak için önce ruhunun gürültüsüne kulak vermeyi öğrenmeli insanoğlu.
Kasım 2025 / Gülsen ADALI