Gümüşhane nerede?

Babam bu işte, bir gün içine dert olmuş, efendim kimse Gümüşhane´yi tanımıyormuş da, kimse bilmiyormuş Gümüşhane´nin nerede olduğunu… Ve bunu test etmek için kendince bir yöntem bulmuş: Günlerden bir gün çıkmış sokağa ve önüne çıkan herkese „Hemşehrim, Gümüşhane Türkiye´nin neresinde?“ diye soru sormaya başlamış. Aldığı cevaplar evlere şenlik, kimisi Gümüşhane Ege´nin güzide bir şehridir demiş, bir diğeri kendinden emin bir şekilde Gümüşhane´yi Zonguldak´ın yanına yerleştirmiş. En sonunda bir polis memuruna sormuş babam, bir umut belki memleketin güvenilir memuru biliyordur Gümüşhane´nin nerede olduğunu diye, polis abi soruya cevap vermek yerine, soruyu tekrarlayıp kendince bir oyun baslatmiş, „ya abi, sahi Gümüşhane neredeydi?“. Bunu gören babam basmış kahkahayı, memurun kafa karışıklığına şahit olunca içinde büyüttüğü dert bir anda gülme tufanına dönüşmüş. Başta bayağı hayıflandığı bu durum karnına ağrılar girmesine sebep olacak kadar güldürmüş babamı sonunda. Bu yasadıklarını bize anlatırken, gözleri gülmekten tekrar tekrar yaşarıyor, „tek bir kişi çıkmadı kızım, kimse bilmiyor Gümüşhane´nin nerede olduğunu“ diyerek keyifleniyordu. Belli ki Türkiye´nin tanınan bir şehrinden gelmemenin sancısını Türkiye´nin belki de en tanınmayan şehrinden geliyor olmanın hafifliği dindiriyordu. Belki istediği olmamıştı ama olanda aslında hiçte fena değildi ve bunu fark etmek onu fark etmeden rahatlatıyor, keyiflendiriyordu. İşte olur ya, bir gün biri çıkar bana „Hayat nedir?“ diye sorarsa, şüphesiz babamın bu Gümüşhane hikâyesini anlatırım. İçimize sorun olarak yerleştirdiğimiz şeylerin, aklımızda büyütüp, duygularımızı yoğunlaştırdığımız ayrıntılarından odağımızı çekip, yaşadıklarımızın anlam bütünlüğünü bozma cesaretini gösterip, içinde bulunduğumuz durumun farklı manzaralarını keşfetmek ve o manzaralardaki keyfi yakalamaktır hayat. O kadar cok boğuluyoruz ki bu hayatın ciddiyetinde, ya fark edemiyoruz yada çok sonra fark ediyoruz bataklık sandığımız o leb-i derya´yı ve ardında yatan muazzamlığı… Ve genellikle ciddi sıyrıklar alarak bitiriyoruz koskoca bir hayatı sayılı bir kaç kahkahayla.

Çocukluğumdan beri hikâye dinlemeye bayılırım. Hele hele eskilerin anlattıklarını dinlemeyi çok severim. Onlar anlatmaya koyulduklarında benim gözümde rengarenk bir sahne kurulur, uslu bir izleyici gibi değil de o sahnenin bir oyuncusu gibi yerimi alırım anlatılan hikayede. Onlar anlatır, ben yaşarım. Öyle ki hikâyenin sonunda illa ki kendime çıkaracak bir hayat dersi bulurum. Bazenleri de onların hikâyelerini içimde farklı kurgular, farklı sonlar yazarım.

Sonra bir gün geldi, ve artık ben kendi hikâyelerimi anlatmaya başladım… Megersem farkında olmadan ne çok hikâye biriktirmişim, söyleyecek ne çok sözüm varmış. Yazmaya başlayınca anladım.


Mayıs 2020 / Gülsen ADALI