Limon Ağacı

 

Almanya´nın hava şartlarında limon yetiştirmek pek öyle mümkün değil demişti kadın satıcı, hele saksıda bir sezondan fazla yaşamaz limon ağacı diye eklemişti. Dallarında halihazırda yetişmiş olan dört adet nazlı limon o kadar güzel salınıyordu ki rüzgarda, küçük limon ağacını alıp evin yolunu tuttum. Sonunu düşünen kahraman olamaz diye düşündüm, hem nasıl olsa her güzel şey bir gün bitmiyor muydu? Varsın limon ağacıda sadece bir yıl yaşasın… Çini mavisi yuvarlak bir seramik saksının içine güzelce yerleştirip, zeytin ağacının yanıbaşına komşu ettim kendisini. Zeytin ve limon kolay dost olurlar, birbirinin dilinden iyi anlar, birbirlerine sahip çıkarlar diye düşündüm. İkisininde işi kolay değildi;  ait olmadıkları topraklarda, kötü hava şartlarında bir yaşam mücadelesi onları bekliyordu. Derken yazı kazasız belasız devirdik, kış geldi. Bel bağlamadım ya ben limon ağacına, hiç öyle özel ilgilenmedim, içeriye aldım, arada bir suyunu verdim, o kadar. Arada bir içim acıyarak göz ucuyla bakıyordum saksıdaki çıplak limon ağacına, dört limonunu çoktan koparmıştım, bazı yaprakları sararıp, solmuştu ve artık başka limonda veremeyecekti büyük bir ihtimalle… Kadın satıcının sözleri çınlıyordu kulaklarımda, bir sezondan fazla yaşamaz… Ve nihayet kışı atlattık, bahar kokusu sardı her tarafı ve bizim limon ağacı dışarıda, can dostu zeytinin koynunda yerini aldı. Ben ise hiç o havalarda değilim, en ufak bir beklentim yok tekrar yeni limonlar yetişecek diye. Sonra bir sabah baktım, taze yeşil yapraklar baş vermiş. Ama daha da güzeli, küçücük limon tomurcukları almış başını gidiyorlar. Tam sayısını söylemeyeceğim, saymadım çünkü uğursuzluktan korkarım, ama dörtten fazla olduğu kesin. Bir başka sabah baktım, tomurcuklar çicek açmışlar ve mis gibi kokuyorlar. Limon çiçeği kokusu bambaşka  birşey, içine çektinmi, bir ferahlama sarar tüm bedenini, hafiflediğini, rahatladığını hemencicik fark edersin. Gül kokusu gibi seni kuşatan baskın bir gücü yoktur belki ama limon kokusu daha samimidir, içine işler, seni kucaklar. Neyse, ben limon çiçeklerine seviniyorum sevinmesinede ama bir yandanda içimde bir kasvet var, her limon çiçegi illa ki limon verecek değil ya, hem satıcı kadın bir sezondan fazla yaşamaz demisti diye düşünerek evham yapıyorum halen. Az önce baktım, limon çiçeklerinin kimisi dökülmüş ve o dökülen çiçeklerin yerini minik minik limonlar almışlar. Bu limon ağacı herhalde delirmiş olmalı? Hani ölecekti, hani bir daha limon vermeyecekti, ne bu baş kaldırış böyle, bu neyin meydan okuması? diye geçiriyorum içimden ama bir yandanda içim içime sığmıyor, o kadar seviniyorum ki bu beklenmedik limon ayaklanmasına. Demek ki neymiş? diye soruyorum kendi kendime. Öyle bana söylenen herşeye inanmayacakmışım, bana söylenenleri mutlak doğru olarak kabul etmeyecekmişim. Herkesin bir yanılma payı olduğunu bilmeliymişim, bana söyleneni dinlemek, göz önüne almak önemli ancak son kararı veren benmişim ve verilen kararın arkasında durmayı bilmeliymişim. Birde bana söylenenlere değil kendi gözlemlerime güvenmek çok önemliymiş, onu farkediyorum. Bazenleri dünya karşına dikilir, bu böyledir der, ‘belki de öyle değildir’ deme cesaretini gösterdiğin zamanlarda umulmadık güzelliklerle ödüllendiriyormuş hayat seni. Birşeyler beklemeden, ummadan yola devam etmek, üzerine düşeni yapmak, hiç ümidin olmadığı halde vazgeçmemek, emek vermek her zaman işe yarar mı? Bilmiyorum ancak denemeye değer diye düşünüyorum… Sabah sabah bir küçük limon ağacının bana yaptığına bak…

 

 

Haziran 2025 / Gülsen ADALI