Bir Hıdırellez hikâyesi

 

Bu gece Hıdırellez… İnanışa göre karada darda olanların imdadına yetişen Hızır peygamber ile suların bekçisi İlyas peygamber senede bir kez Mayıs`ın beşini altısına bağlayan gece buluşur ve onlara adanan dilekleri toplarmışlar. Hızır ve İlyas isimlerinden Hıdırellez türemiş ve onların buluşma gecesi bu isim altında dünyanın bir çok yerinde bahar bayramı olarak kutlanmaya başlanmış. Bayram olur da ritüeller olmaz mı? Gül ağacına bağlanan kırmızı keseler, güzellik ve sağlık için yüze sürülen kırmızıya boyanmış yumurtalar, kola bağlanan sağlık bileklikleri, ateşten atlamak ve olmazsa olmaz toprağa gömülen dilek mektupları… Ben bu sene bir çoğunu uyguladım bir tek ayaklarımın altına ısırgan otu ile vurmayı unuttum, umarım işlerim bu yüzden yavaş ilerlemez, bir de evde kırmızı yumurta yoktu, çilekle durumu idare ettim. Hızır ve İlyas hoş göre!

Madem bu yazı da bu geceye denk düştü, öyleyse bir Hıdırellez hikâyesi anlatmadan geçmeyelim… Diyarların birinde bir adam yaşarmış. Bu adamın küçük bir evi ve birde tarlası varmış. Her gün evden çıkıp bir kaç saat yürüyerek tarlasına gider, gün batana kadar çalışır sonra aynı yoldan yürüyerek evine dönermiş. Ve yol boyunca yol kenarındaki irili ufaklı taşlara, yaban otlarına bakar, hayıflanırmış. Konuşmayı pek sevmeyen bu adam, her akşam masada sessizce yemeğini yer, bir yandanda yol kenarındaki çirkin manzarayı düşünür, homurdanırmış. Ertesi günü daha da dikkatle bakarmış taşlara, yaban otlarına ve öfkesi katlanarak artarmış. Bir gün hiç konuşmayan adam masada yemeğini yerken karısına demiş ki ‘Hanım, ben buraları sevemez oldum, daha fazla bu çirkinliğin içinde yaşamak istemiyorum. Topla eşyalarını bir kaç güne evi, tarlayı satıp başka bir diyara gideceğiz’. Kadın şaşmış kalmış, nasıl olur da kocası cennetten bir parça olan köylerinin güzelliğini göremiyordu ancak öfkesinden çekindiği için sesini çıkarmamış. Hikâye bu ya, o akşamı Hıdırellez imiş ve kadıncağız ufak bir kâğıda not düşmüş ‘Ya Hızır Ya İlyas, size sığınırım, kocam fikrinden vazgeçsin.’ Ertesi sabah gün ağarmadan dereye bırakmış notu. Sabah olmuş, adam evden çıkmış, bir kaç adım atmış ve nasıl olduğunu anlamadan yaşlı bir adam ile ufak bir çocuk onunla beraber yürümeye başlamışlar. Ufaklık sürekli sağlı sollu açan çiçekleri meraklı gözlerle göstermiş, yaşlı adamda çiçekler hakkında bilgiler vermiş. Adam onları dinlerken arada bir herzamanki gibi yol kenarındaki taşları ve yaban otlarını farketmiş ancak dikkatini verememiş. Küçük çocuk ve yaşlı adam sohbete adamı da dahil etmişler ve ona nereye gittiğini sormuşlar, tarlaya cevabını alınca da ona farklı bir yoldan gitmeyi önermişler. Yeniliklere pekte açık olmayan adam sıkıla sıkıla kabul etmis ve kendini muazzam bir dere kenarında bulmuş. Buz gibi suyla önce ellerini, yüzlerini yıkamışlar sonra çocuğun isteği üzerine ayaklarını da suya sokmuşlar, üstlerinden kuşlar geçmiş ve adam kafasını kaldırıp göğe bakmış. Gökyüzünün bu kadar mavi olduğuna şaşırmış. Tarlaya varınca yaşlı adam ve küçük çocuk adama sarılıp veda etmişler, adlarını bile söylemeden ortadan kaybolmuşlar. O gün adam ilk defa mola vererek tarlada çalışmış, akşam olmadan işleri erkenden bırakıp, ıslık çala çala, çevresine meraklı gözlerle bakarak evine varmış. Kocasını erken beklemeyen kadın onu öyle karşısında görünce afallamış, adam karısına bir yandan gülümserken bir yandan da demiş ki ‘Çay koy hanım, karşılıklı içelim, sana anlatacaklarım var…Ha bu arada haberin ola, ben başka diyara gitmekten vazgeçtim.’  

 

 

Mayıs 2025 / Gülsen ADALI