İnsanlık tarihinin en gizemli konusu nedir diye sorsalar, sanırım ölüm ilk üçte yer alır. Hadi doğumu bir şekilde etraflıca araştırabiliyor, detaylarıyla tanıyoruz, doğumdan sonrasını yani canlı olma haline de gayet iyi vakıfız, ancak yaşam döngüsünün son durağı olan ölüm sır perdesini günümüzde dahi koruyor. O son nefesten sonrasını yaşarken kestiremiyoruz, inancımıza veya bilimsel teorilerimize göre aklımızda bir senaryo var ama filmin sonu senaryoya ne kadar uyacak, işte ondan emin olamıyoruz. Gidenin ardından „Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden, Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden” dizelerini yazan Yahya Kemal Beyatlı gibi bazı tahminlerde bulunabiliriz ölüm hakkında en fazla, hepsi bu.
Peki geride kalanlar hakkında ne biliyoruz? Zaman her acıyı dindirir derler, bu doğru mu? Sevdiklerini kaybedenler bilirler, ölüme şahitlik edince müthiş bir çaresizlikle karşı karşıya kalır insan. Artık dünyevi hayatta bir araya gelme imkânı yoktur, onu görmek, sesini duymak, onunla konuşmak, ona dokunmak, onun sıcaklığını hissetmek, kokusunu almak artık mümkün değildir. Hele arkada birde kırgınlıklar, kalp ağrıları, küskünlük, söylenmemiş sözler, yerine getirilmemiş vaatler, hayal kırıklıkları, ertelenmiş, yaşanmamış hayatlar armağan kaldıysa, geride kalanın acısı daha da ağırdır. Denk geldiğim bazı cenazelerde acılı insanların dizlerini dövdüğüne, ağıtlar yaktıklarına ve de göğüslerine vurduklarına bir çok kez şahit oldum. Ben amcamı kaybettiğimde hemen ağlayamamıştım, nefes almak bile çok zor gelmişti, sonra ani bir refleksle göğüs kafesime hızlı hızlı vurmaya başlayınca ancak çözülebilmiştim. Tüm bu davranışlar aslında geride kalanın hayatta kalabilmesi, acının altında ezilmemesi için geliştirdiği içgüdüsel taktiklerdir. Terapi seanslarında danışanı şimdiye döndürmek, dikkatini anda olana çekmek için üst bacaklarına vurmasını isteriz, göğüs kafesinin üstünde yer alan timüs bezine vurarak aktive etmek, sinir sistemimizi sakinleştirmeyi ve ferahlanmayı sağlar, danışanı o sırada odada olmayan biri ile konuşturmak, ona içinden geçenleri söylemeye davet etmek sevilen bir terapi metodudur. Yani aslında geride kalanların acıyı dizginlemek için gösterdikleri içgüdüsel davranışlar bilimsel olarakta geçerliliği ispatlanmış başarılı yöntemlerdir. Cenazelerde helalleşmek, dua etmek, helva kavurmak, ikramda bulunmak; tüm bu ritüeller aslında biraz da geride kalanların son görevlerini yerine getirme telaşı da değil midir? Sanki gidenin ardından gönül rahatlığı ile hayata devam edebilmenin bir nevi ön şartı?
Geride kalanın o içine düşen ateşi söndürebilmesinin yegâne yolu aslında yas tutmaktır. Hernekadar günümüzde mutsuz olmaya, acı çekmeye, yaraları sarıp ayağa kalkmaya çok fazla zamanımız ve tahamülümüz olmasa da, geride kalmanın makus talihini ancak yas tutarak yenebilir, sağlıklı bir şekide yolumuza devam edebiliriz. Yas sürecinde ilk önce inkâr gelir; acı henüz çok taze ve dayanılmazdır, kaybını kabullenemez inkâr eder insan, şoka girmiştir bir nevi. Daha sonra öfke dönemi başlar, başına gelenlere kızmak, sitem etmek, kadere isyan etmek, yaşadıklarını haketmediğini düşünüp sinirlenmek bu öfke döneminin meşhur tepkileridir. Öfkeden sonra pazarlık evresi başlar: bana en dokunan evredir pazarlık evresi, yas tutan kişi gidenin artık dönmeyeceğini kabule geçmeye başladığı halde içten içe halen onu geri getirmenin yollarını arar. Ve sondan bir önceki evre başlar, depresyon dönemi. Dibe vurmak, artık geri gelmeyeceğini acı içinde anlamak, çaresiz bir şekilde kıvranmak, ağlamak, insanlardan uzaklaşmak, susmak gibi tepkiler depresif evreye aittir. Ve en nihayetinde kabul dönemine gireriz, acı artık ince bir sızıya dönüşmüştür, artık sürekli canımızı yakmıyordur, sadece gözlerimizin kenarında bir damla yaş hep hazır bekler. Kaybetmiş olmanın getirdiği tüm üzücü duygular hakkıyla yaşanmış, giden ile barışılmış ve artık sayfayı çevirmenin vakti gelmiştir. Artık büyümüşüzdür ve gelecekle ilgili planlar yapmaya hazırızdır. Yas döneminden geçmek hem cesaret hem de zaman ister… Kaybının ardından hakkıyla yas tutmayan veya tutamayan insanlar geçmişten bir türlü kopamaz, acıyı kenara koyup yeni bir sayfa açamazlar. Kocaman bedenlerde küçücük çocuk kalıp, sürekli yaralarını kanatmaya devam eder, aynı acıları farklı insanlarla tekrar tekrar yaşarlar.
Nisan 2025 / Gülsen ADALI